Alucra Boyluca Köyü Yerel Sitesi
  Mahmud Çağırgan Veli
 

Her Yıl Temmuz Ayının İlk Pazar Günü Anılan Hz. Mahmud Çağırgan Veli'nin Hayatı


BU HUSUSU YİNE KASIM BABA HAZRETLERİNDEN DİNLEYELİM. ``SEYYİD MAHMUD ÇAĞIRGAN VELİ HAZRETLERİ ``EVLAD-I RESUL``DEN OLUP, KERBELA FACİASINDAN SONRA ANADOLU'YA HİCRET EDEREK, TÜRLÜ İŞKENCE VE ZULÜMLERDEN SONRA, BAZI İNSAF SAHİPLERİNİN KORUMASI İLE ÖNCE MALATYA'YA, ORADAN VAN'A KADAR MUHACİR OLARAK GİTMİŞLER, ANADOLU'NUN MÜSLÜMAN TÜRKLER TARAFINDAN FETHİ İLE BERABER ERZURUM, HORASAN, GÜMÜŞHANE DOLAYLARINA YERLEŞMİŞLERDİR. ÇAĞIRGAN AİLESİNİN, ALUCRA-BOYLUCA(ZUN) KÖYÜNE, MİLADİ 1040 YILINDA YERLEŞTİKLERİNE DAİR ARŞİVLERİMİZDE BELGELER MEVCUTTUR. BU AİLEYE MAHSUS DERGAH EVİ HALEN AYAKTADIR. TAHMİNİMİZE GÖRE  TÜRKİYE'DE GEÇMİŞTEN KALAN EN ESKİ EVLERDEN BİRİSİ OLMA ÖZELLİĞİNİ KORUMAKTADIR. BU HUSUSU, BİHASSA İLGİLİLERİN DİKKATİNE ARZETMEK İSTERİM.
               DERGAH VE MÜŞTEMİLATININ HİZMETLERİ,
FATİH SULTAN MEHMED VE YAVUZ SULTAN SELİM HAN'LARCA YAPILAN VAKIFLAR VE TANZİM EDİLEN VAKFİYELERCE HİMAYE EDİLMİŞ VE BU HİMAYE SON OSMANLI PADİŞAHINA KADAR SÜRDÜRÜLMÜŞTÜR.
                FATİH SULTAN MEHMED HAN VE YAVUZ SULTAN SELİM HAN'IN VAKFİYELERİNİN SON PARAGRAFI ŞÖYLEDİR:
                ``KUTBUL ARİFİN, ĞAVSUL VASILİN ES-SEYYİD, EŞ-ŞEYH HAZRETİ MAHMUD'I ÇAĞIRGAN HAZRELERİNE, EVLADINA, EVLADININ EVLADINA... İLA NİHAYE VAKFEDİLMİŞTİR. HER KİM Kİ, BU VAKFİYENİN ÜZERİNE TEBDİL, TAĞYİR EDECEK OLURSA ALLAH'IN, RASULÜ'NÜN VE MELEKLERİNİN BEDDUASINA UĞRASIN VE LANETLENMİŞ KİŞİLERDEN OLSUN''
                 ZUN'DA GEÇEN YEDİ SENELİK HİZMETLERİM SIRASINDA BİR ÇOK MANEVİ İŞARETE ŞAHİD OLDUM. BUNLAR BENİMLE BİRLİKTE AHİRETE KADAR GİDER. YALNIZ, BU İŞARETLERDEN CANLI BİR HATIRAMLA SÖZLERİMLE NİHAYET VEREYİM . BU HATIRAM BENİ BİİR ÖMÜR DUYGULANDIRMAYA YETMİŞTİR.
                 PERŞEMBE GÜNLERİ , KÖY CAMİİNDE SOHBET VE ZİKİR YAPILIRDI. HER TARAFTAN VE HER MEŞREPTEN İNSANLAR GELİR, SOHBET VE ZİKRE İŞTİRAK  EDERLER, GELENLERE YEMEK VE ÇAY İKRAMINDA BULUNULURDU. BU SALTANAT BÖYLECE DEVAM ETMEKTE İKEN, YİNE BİR PERŞEMBE GÜNÜ MİSAFİRLER UZAKTAN YAKINDAN GELMEYE BAŞLAMIŞLARDI Kİ, BİZİM HATUN:HAFIZ EFENDİ!  (BİZİM HANIMIN GENELLİKLE BANA HİTAB EDİŞ TARZI BU İFADEYLEDİR) EVDE ÇAY,ŞEKER VE İKRAM EDİLEBİLECEK BİRŞEY YOKTUR.'' DEDİ. BENİM CEBİMDE İSE ANCAK 15 KURUŞ PARA VARDI. BU PARA İLE BİR ŞEYLER YAPMAK MÜMKÜN DEĞİLDİ. HALBUKİ BANA O AN İÇİN BEŞ LİRA PARA LAZIMDI.

                         DURUMA ÇOK ÜZÜLDÜM.TESELLİ İÇİN HAZRETİN DERGAHINA GİTTİM. BU BİR ŞAŞKINLIK OLABİLİR , BİR NAZ, BİR NİYAZ DA OLABİLİR. DEĞERLENDİRMEYİ OKUYANLARIN İRFANINA BIRAKIYORUM:
                         ''EFENDİM! BEN İSTANBUL'DA TAHSİLİMİ YAPTIM. FAHRİ VAİZLİK VE İMAMLIKLARDA BULUNDUM. ŞU ANDA SENİN DERGAHINDA, ÖNCE ALLAH'IMA KUL, SONRA O'NUN SEVGİLİ HABİBİ'NE ÜMMET OLMAKTAN BAŞKA MAKSATIM YOK. SENİ VELİ OLDUĞUNDAN DA HİÇ ŞÜPHE ETMİYORUM.KAPINDA BİR HİZMETÇİN OLARAK HALİMİ SANA ARZEDİYORUM. LÜTUF VE KEREMİNE GÜVENİYORUM. BU MİSAFİRLERİN ÖNÜNDE BENİ MAHCUPEDERSEN YARIN BİR YORGANIM VAR, ONU DA ALIR GİDERİM'' DEDİM. SELAMLAŞIP AYRILDIKTAN SONRA EVE GELDİM Kİ, HERKES NEŞE İÇİNDE. SEBEBİNİ SORDUĞUMDA: TANIMADIKLARI BİR ZATIN BİR ÇOK YİYECEK MADDESİ GETİRDİĞİNİ SÖYLEDİLER. O ZATIN BİR ŞEY SÖYLEYİP SÖYLEMEDİĞİNİ SORDUĞUMDA :
                           ''HOCA EFENDİ'YE SÖYLEYİN. UFAK TEFEK ŞEYLER İÇİN YORGANINI ALIP GTMESİN'' DEMİŞ OLDUĞUNU ÖĞRENNDİM. İŞTE BU HATIRAM, YÜZLERCE HATIRAMDAN BİR TANESİDİR. ZAMANIM VE İMKANIM OLURSA, BU YEDİ SENELİK TÜRBEDARLIK HATIRALARIMI, FATİHA İLE ANILMA ÜMİDİ İLE KALEME ALIP NEŞRETMEK İSTERİM'' BUYURDULAR.
                            MAZANNA-İ KİRAMDAN, İLMİYLE AMİL, KAMİL, KANAATKAR, SABIRLA VE SON DERECE HOŞGÖRÜSÜ İLE HERKESİN TAKDİR VE TEVECCÜHÜNÜ KAZANAN, MEVLANA GİBİ HOŞGÖRÜLÜ, YUNUS GİBİ SEVGİ DOLU YÜCE ZATA DAREYN(DÜNYA VE AHİRET) SAADETİ DİLER, HİZMET VE HİMMETLERİNİN DEVAMINI YÜCE ALLAH'TAN TEMENNİ VE NİYAZ EYLERİZ.
                             
                           
ŞEYH MAHMUT ÇAĞIRGAN VELİNİN TASAVVUF EKOLÜ,YAŞADIĞI ASIR VE BÖLGENİN DURUMU
Günümüze intikal eden ziyaret adabının ve müştemilat yapısındaki kültürel eğilime bakarak, Şeyh Mahmut Çağırgan Velinin tasavvuf mensubiyeti  itibariyle   Nakşi  tarikine bağlı olduğunu söylemek mümkün.
Tasavvufta takip ettiği metot ta,  Anadolu’daki etkileri itibariyle  XII. Asrın tasavvuf önderlerinden; Batı Türkistan’ın YESİ bölgesinde doğan  ve Müslüman Türkler arasında tasavvufi tedrisatı en fazla yayılan Ahmet YESEVİ ekoludur.
Bu vesile ile belirtelim ki,  1071 Malazgirt zaferi ve  sonrasında Selçuklu Devletinin meydana gelmesiyle  Anadolu’nun  ücra köşelerinde bir taraftan  devlet millet kaynaşmasının  sosyal güvenlik boyutunu temsil noktasında diğer taraftan   ilmi ve tasavvufi hizmetlerde, irşat görevi üstlenen veliler genellikle Yesevi  ekolünün  takipçileridir.
Selçuklu Devletinin zaafa uğraması sonucu bölgenin  ( 13 ve 14 asır arası hüküm süren ) Uzun Hasan idaresindeki Akkoyunlu devleti  egemenliğine geçtiğini de burada hatırlatmış olalım.
Yine hatırlatalım ki, bölge  1473  tarihinde  Fatih Sultan Muhammed Han’ın Otlukbeli (Yassıçimen)  savaşında, Uzun Hasan-ı yenilgiye uğratması ile  Osmanlı topraklarına katılmıştır .
Şah İsmail yönetimindeki (1487-1524) Safevi devletinin sultasına girmiştir.
Bilindiği üzere,Selçuklu devlet yönetiminde  olduğu gibi Osmanlı döneminde de,  devlet adına  bu gibi ücra köşelerin  sosyal güvenlik sisteminde, veliler adına tahsis edilen vakıflar önemli bir yer tutmakta idi.
Bu  nedenle de Şah İsmail’in Şiilik adına sürdürdüğü ifsat hareketleri bu bölgede pek fazla etkili olamamıştır.
Ancak Tokat, Amasya ve  Sivas Bölgesinde suni-alevi ayrımı yapılarak tam aksi yaşanmış, Şah İsmail saiki ile  Şah Kulu Baba Tekeli İsyanları ortaya çıkmış ve bu durum devlet içinde  önemli yaralar açmıştır.
Bu durum  1511 tarihinde  50 binden fazla sünni Müslüman katline zemin hazırlamış, bölge tam anlamı ile Moğul istilasını aratmayan bir yağma ablukası altına alınmıştır.(Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi sayfa 292 cilt 10/İdris-i Bitlisi,Selimname,Fars.Yazm.Revan Ktb.Nr.1540 Nr. 2/b.)
Belirtelim ki, Yavuz Sultan Selim Han’ın 1512 de tahta geçmesiyle isyan bastırılmış ve bu esnada da Şah Kulu Baba taraftarları ise 40 bin kayıp vermiştir. (aynı eser.)
Şimdi böyle bir tarihi hadisenin sebep sonuç ilişkisine bakmadan, yalan beyanlarla Yavuz Sultan Selim  Kızılbaşları(o dönemin tabiri) Alevileri  hunharca katletti demek tarihi tersine çevirmektir. Dahası  devlet ve toplum arasın  fitne tohumları ekmektir.Bu ise hem devletin hem de milletin birliğine ihanettir.
Kaldı ki Müslüman’ın  Allah  nazarında alevisi sunnisi yoktur. Müslüman, Müslüman’dır.İnsanda insandır.
Belirtelim ki,  bu yönde kaşınan yaralar  sadece Şah İsmail dönemine özgü değildir. Kendisinden önce bölgeyi egemenliği altında tutan  Uzan Hasan döneminde de benzer  yaralar kaşınmıştır.
Öyle ki, bölgede irşat açısından önemli  nüfuza sahip    büyük veli  (1464 m.869 h.)Pir Muhemmed Erzincani’den Uzun Hasan ,Fatih Sultan Muhammed Han ile savaşma konusunda fetva istemiş, ancak  bu zattan “sana ve askerine tavsiyem onunla savaşmamandır
Çünkü o ve askerleri Müslüman gazilerdir.” cevabını almasına rağmen,   Venedik ve Puntos  işbirliğinin gereği savaşta ısrar etmiş ve neticede kardeşi kardeşe kırdıran Otluk beli  savaşından mağlup ayrılmıştır.(Evliyalar Ansiklopedisi,Türkiye Gazetesi Yayınları 1992 basımı, s.7)
Mukadderata bakınız ki, 1514 tarihli Çaldıran Savaşında Safevi Hükümdarı Şah İsmail’de  Yavuz karşısında aynı akibeti tatmak zorunda kalmıştır.
Şeyh Mahmut Çağırgan Veli hakkında; Türkiye Gazetesi Evliyalar Ansiklopedinin  364.  sayfasında  şu bilgi verilmektedir;  Seyid Mahmud Çağırgan Horasan erenleri olarak  Anadolu’ya gelip insanlara Allah-ü Teala’nın emir ve yasaklarını öğreten velilerdendir.
Yavuz Sultan Selim Han, Trabzon valiliği sırasında kendisinden istifade etmiş,irşatlarına katılmış,bunun  nişanesi olarak ta  bu büyük mürşide bulunduğu Zun karyesini  vakıf olarak tahsis etmiştir.
Köyde,Türbesine ilaveten,yaşadığı döneme ait bir evi, Taş yapıdan mamul bir şifa hanesi,bir fırını ve bir zahire değirmeni bulunmaktadır
Bu yerler Kültür ve Turizm Bakanlığının yazılı talimatı üzerine Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulunun , korunması gerekli kültür varlıkları olarak 17.05.1991 tarih ve 1015-1021 sayılı kararı ile koruma altına alınmıştır.

YAVUZ SULTAN SELİM HAN ÜZERİNDE  ŞEYH MAHMUT ÇAĞIRGAN VELİNİN MANEVİ TESİRİ
Yavuz Sultan selim Han Payitaht Amasya’da iken Annesiyle Trabzon’a şehzade olarak gelmiştir.Sonra Trabzon sancak beyi olmuştur. Sonra da 1512 de Babasından payitahtı devir almıştır.Yavuz Sultan selim hafızlığını şehzadeliğinde tamamlamış bu arada edebi,tarihi,fıkhı,fenni,siyasi,askeri ilimleri ikmal etmiş bir devlet adamıdır.
Bununla beraber   Şeyh Mahmut Çağırgan veli gibi döneminin irşat ehlinden  tasavvufi ilim alanında kendini manen olgunlaştırmış bir irfan çınarı bir velidir.
Askeri fetihlere Doğudan başlaması ve sonra bu fetihlere, kısa süre de Hicaz Bölgesini de  katmış olması kuşkusuz ki bir  rastlantı değil.
Zira, bu velinin  Seyid olduğu da  göz önüne alındığında, Yavuz Sultan Selim’in   Hicaz Bölgesine yönelik fethi ve Mukaddes emanetlerin  Mısırdan alınarak Osmanlı Payitahtına getirme  sorumluluğu kendiliğinden olacak bir gelişme değil.  Belli ki, böylesi bir irşat ikliminde yetişmiş olması kendisine böyle bir sorumluluğu ta şehzadeliğinde yüklemiş.

SEYİD KAVRAMININ MENSUBİYET MENŞEİ
Bilindiği üzere Peygamber  efendimizin neslinden geliş çizgisini sürdüren silsileye Seyid denilmektedir. Buda günümüze  iki şekilde ulaşmıştır. Biri Ahfad yani (Müslüman Arap ) soyu diğeri de Etrak yani  (Müslüman Türk) soyu. Bu  ise evlilik sonucu meydana gelen bir keyfiyet.
Sonuç itibariyle bilmeyenler için bunu da böylece belirtmiş olalım.

ZUN VAKFİYESİ VE ŞEYH MAHMUD ÇAĞIRGAN VELİ’Yİ BİZE TANITAN VESİKA
Osmanlı devletinin yükseliş devri olan bir zamanda,  Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’daki Şehzadeliği sırasında ZUN VAKFİYESİ olarak bu zatın ismine izafeten düzenlenmiş bu tahsis , bugüne kadar eserlerde yazılı olmayan bu zat hakkındaki şu gerçeği ortaya çıkarmakta;   “ Meşayihlerin fahri ” yani kendisiyle iftihar  edilen  Şeyh Mahmud Çağırgan ve evladına   “   ZUN Karyesi (köyü) ve sınırları içersindeki mülkü  vakıf eyledim. Kim bilerek bu vakfiyemi tebdil ederse (değiştirirse) Allahın gazabını ve  bütün meleklerin ve insanların bedduasına uğrasın.” Yavuz Sultan Selim Han (H. 907-1501)
Eğer Yavuz gibi bir Cihan Padişahı böyle bir zatı-ı muhterem hakkında böylesine ihtiram içeren ifadeler kullanacak bir tevazu gösteriyorsa,  bu  vefa karşısında bizlerin herhalde  çok düşünmesi gerekir. Tabi ki, o günün şartlarında yapılmış ilk vakfiye burası değildir.
Yavuz Sultan Selim’in annesi tarafından yapılan VAKFIKEBİR (büyük vakıf) adı ile maruf bir  vakfiyesi daha var ki,bu yer de  bilindiği gibi Trabzon iline bağlı bugünkü ‘Vakfıkebir’ ilçesidir.
Burada yeri gelmişken Yavuz Sultan Selim hakkında kısa bir paragraf açmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Yavuz Sultan Selim ,çok yönlü bir tarih çınarıdır. Bir ilim adamı , bir sanatçı, bir şair ,  keramet ehli bir veli ve büyük bir devlet adamıdır. Yavuz Sultan Selim devri,  tarihimizde önemle incelenmesi gereken bölümlerden en kapsamlısını teşkil eder.
Çünkü Yavuz döneminde Osmanlı Devleti , devlet olarak büyüklüğün, adalette eşitliğin, fetihlerde süratin en yüce noktasına erişmiştir.
Selim şehzadeliğini; ilim , kültür, edebiyat ve tasavvuf eğitimiyle tamamlamış ve bu devre onun ilerideki padişahlığı döneminde yapacağı büyük fetihlerin hem askeri planda ve hem manevi alanda yetişme dönemi olmuştur.
Şehzadeliğinde büyük mürşitlerden aldığı ilim ve irfan aşkı sebebiyle , maneviyat önderlerine karşı  padişahların tahsis ettiği vakıf ve vakfiye geleneğini,  O şehzadeliği döneminde gerçekleştirmiştir.
Onu tarihler : “ İkindi güneşinin gölgesi uzun olur ama vakti kısa sürer. Gölge kısa sürede biter ve ardından akşam  geliverir. İşte Muhteşem Osmanlı’nın Akşamı Yavuz Sultan Selim’den çok sonra geldi. Fakat o , tarihlere Cihan Devletinin ikindi güneşi olarak geçti. Gölgesi Kırım’dan – Hicaz’a , Tebriz’den – Dalmaçya sahillerine kadar uzadı.” Şeklinde tarif eder.
Bu kısa bilgilendirmeden sonra  asıl konumuza dönecek olursak, bu vakfiyenin  tarihi ; ilk sayfada da ifade edildiği üzere, İstanbul’un fethinden sonra, kendisine Timur süsü veren Uzun Hasan’ın  Doğu Anadolu Akkoyunlu Devleti’nin ,  1473 tarihli Otlukbeli  savaşı ile  ortadan kalktığı    ve yine  Trabzon Pontus Rum İmparatorluğunun da Fatih tarafından ortadan kaldırıldığı bir  dönemin akabine  rastlar.
Şurası bir gerçektir ki, fetihle beraber ele geçen bu ölü toprakların,iskan edilir hale gelmesi,ihya ve imar edilmesi,  sürekli savaş halinde olan bir devlet eliyle mümkün olmadığı için bu ücra vatan topraklarının korunması ve insanların devlet ve millet olma şuurunun gelişmesinde Tasavvuf ocaklarından her vesile ile istifade yoluna gidilmiştir.
Bu açıdan Alperen dergahları olarak bilinen bu ocaklar ,fetih sonrası bu uzak yerlerde bir nevi kışla görevi görmüştür.
Dolayısıyla , gerek savaş döneminde gerekse sulh döneminde, yerleşik toplum düzeninin temininde,toplumun milli birlik şuuruna ait ruh eğitiminde gösterilen liyakat ve sadakatin  karşılığı olarak ,her yerde veliler adına vakıflar ve vakfiyeler düzenlenmiştir.
Bir anlamda bu vakfiyelerle hem bölge insanına hem de bu insanları irşatla görevli velilere büyük sorumluluklar yüklenmiştir. Tabi ki bu sorumluluğun adı, ‘ben sana bu yerleri tahsis ettim, ye- iç- yat’ sorumluluğu değil, içten ve dışarıdan gelecek kötülüklere karşı bu yerleri korumak ve imar etme sorumluluğudur.
ŞEYH MAHMUD ÇAĞIRGAN VELİ VAKFİYESİNİN  TAHSİS NEDENİ
Çok net olarak ifade edilebilir ki , Yavuz Sultan Selim’i böyle bir ücra köşede iftihar dolu böylesi bir vakfiye tahsis etmeye sevk eden sebep, sadece bu toprakların madde planındaki imarı değildir.
Onda ki , alim ve ilim sevgisidir.  Yavuz Sultan Selim,babası Sultan Beyazıt’ın payitahtı Amasya’dan idare ettiği bir dönemde,annesiyle beraber Trabzon sancağına gelir ve yaş kemale erince de bu sancağa vali olarak tayin olur.
Bu durumu bazı objektif tarihçiler şöyle açıklar; Yavuz’un erken yaşta payitahttan ayrılıp şehzadeliğini Trabzon’da geçirmesi, genç yaşta ilim ve irfan melekesini tahsil içindir.
Daha doğrusu kendini,  ileride Halifeliği Abbasilerden Osmanlılara ve mukaddes Emanetleri Mısır’dan İstanbul’a taşıyacak bir sorumluluğa hazırlamak içindir. Nitekim de bu tekamülü ,Tasavvuf ocaklarından aldığı terbiye ile tamamlamış ve  netice olarak istediği sonuçlara da ulaşmıştır. Ruhu şad mekanı Cennet olsun.
VAKFİYE TAHSİSLERİNDEKİ AMAÇ
Vakıf ve vakfiyelerden ümit edilen amaç konusunda, yukarıda bazı açıklamalar sunuldu. Kısaca özetlemek gerekirse,fetihler sonrasında ,yerleşik düzeni bozulmuş insanların devlete bağlılığını pekiştirmek,toprak ve tarıma dayanak teşkil eden Osmanlı toprak ekonomisinin köylerde ihya edilmesini sağlamak,bu toprakların elbirliği ile dış saldırılara karşı sınırlarının korunması dahil,imar ve iskana el verişli hale gelmesi noktasında, topluma manevi yararı olan insanlara bir  güven nişanesi olarak   tahsis amacına matuftur.
Ve bu vakfiyeler,  bir nevi bu gibi  bölgelerin  sosyal güvenlik politikası gibi düşünülmüştür.
Boyluca (Zun) vakfiyesi de böyle bir amaca matuf olsa gerektir. Çünkü bu vakfiye de tarif edilen sınır hudutları dikkate alındığında karşımıza köy şartlarında gerçekten büyük bir toprak bütünlüğü çıkmaktadır.
Görüldüğü gibi geniş orman alanları,bol su kaynakları,tarım arazileri,otlak ve çayır alanları,YAYLA ve geniş meraları ile Boyluca içinde yer aldığı   bölgenin en şanslı yeşil koridorunu teşkil etmektedir.
Sebep ve sonuç ilişkisine bakıldığında, bu bölgenin gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı döneminde savaş atlarının kışlık  ot ihtiyacı içinde önemli bir yer tuttuğu gözden kaçmayacaktır.

Not: Alıntıdır.
 
  Copyright © 2010 Beyazveda Her Hakkı Saklıdır.  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol