ŞEYH MAHMUD ÇAĞIRGAN-I VELİ (k.s.)

Şeyh Mahmud Çağırgan-ı Veli (k.s) Ehli sünnet alimi ve büyük velilerden..
Yavuz Sultan Selim: 1501 h.907 tarihli vakfiyesinde, bu muhterem zat hakkında “ Fahrül Meşayih ( kendisiyle iftihar edilen şeyhler şeyhi ) ifadesini büyük bir tazim nişanı olarak kullanmakta. Böyle bir müekked ifadenin anlamı ise sadece bir hayranlık değil,kendisinden yetiştiği gençlik çağı itibariyle ilim ve irfan yönünden bu zata bağlılığının nişanı olsa gerek.
Türbesi Giresun ili Alucra ilçesi Boyluca Köyündedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 2139 no lu defterin de kayıtlı Vakfiye, dışında hakkında elde edilmiş daha fazla bir bilgi kaynağı yoktur.
Vakfiye tarihi dikkate alındığında Yavuz Sultan Selimin Trabzon da geçen Şehzadelik döneminde verildiği görülür. Bu vesile belirtelim ki, Alperen şeyhlere (mürşidlere) tahsis edilen vakfiyeler zaviye vakıfları olarak anılır.
Vakfiye, a’ma (Kör) çeşmeden başlayarak, sınırları değişik adlarla ifade edildikten sonra “iş bu mülk Şeyh Mahmut Çağırgan ve evladına vakfımdır. Neslin son bulması halinde iş bu vakfiye köyün nesilden nesle fakir ve miskinlerine ınkıtaya uğramadan sonsuza kadar devam eder. Kim bilerek bu vakfiye şartlarını kesintiye uğratır,tebdil ve tağyir de bulunursa Allahın,meleklerin ve bütün insanlığın bedduasına uğrasın” uyarısıyla nihayet bulur.
ZUN ZAVİYESİ
Sultan II. Selim döneminde 1566-1574) yazılmış vakıf defterinde, Şarki Kara hisar sancağına bağlı Zun Karyesinde (köyünde) bir zaviyenin varlığından bahsedilmektedir. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri,Tapu Tahrir defteri,557 s.9) Bir dip not olarak belirtelim k,i Şebinkarahisar Yavuz Sultan Selim’in şerif kaza vakfiyesi hükmündedir. Yani Medine vakfiyesidir. Gelirlerin de bir kısmı da hicaz yolcusu hacılar içindir.
Buna göre köyün malikane gelirleri zaviyeye tahsis edilmiştir. Zaviye gelirlerini sultan beratıyla tasarruf eden Şeyh efendiler ise defterde Yakup Şeyh oğulları İbrahim ve Halil,Derviş Veli,Mahmut,Derviş Ali ve Derviş Hasan adlı kişilerdir. 1569 tarihli vergi kaydında Zun köyü ile ilgili bilgi verilirken, zaviyeden de söz edilmektedir. Bahse konu kaydın transkripsiyonu ise şöyledir.
“Malikane der tasarruf-ı İbrahim,Halil veledan-ı Yakup Şeyh Zaviyedaran ba-berat-ı Sultani ber muceb-i defter-i atik. Haliya der tasarrufat-ı Veli ve Mahmut ve Ali ve Derviş Hasan ber vech-i iştirak ba’berat-ı Hümayün divanı tımar”
XVI. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan bu kayda göre Zun köyündeki zaviyede şeyhlik yapan kişi Yakup Şeyh adlı kişidir. Köyün bu tarihte malikane gelirlerini Yakup Şeyh oğullarından Halil ve İbrahim ile Derviş Hasan,Ali,Mahmut ve Veli adlı zatlar tasarruf etmektedirler.
Ancak belirtelim ki, Karahisar-ı Şarki sancağı kapsamında geniş bir saha içinde faaliyet göstermiş olan bu zaviyenin hangi tasavvufi ekole bağlı olduğu konusunda somut bir veriye sahip değiliz.
Şu kadarını ifade edelim ki, bölgede Osmanlının son kuşağını gözlemlemiş olan Şebinkarahisarlı tarihçi H.Tahsin Okutan Şebinkarahisar çevresinde tasavvufi tarih içinde Babilik,Nakşibendilik,Bektaşilik,Zeydilik,Hlavetilik,Rafizilik,Kadirilik ve Rufailik gibi Sufi akımların etkili olduğunu ve bunların toplum içinde etkin varlığından bahsetmektedir.
Bu zatların yaşadığı dönemlerde,yöredeki faaliyet şekillerine bakarak bunların birer Ahi kurumu olduğu düşüncesi de söylenebilir.
Nitekim XVI.yüzyılın ikinci yarısında yazılmış kayıtlarda,kasaba içinde altı kişi Sadat,beş kişi de Ahi ihvanan imlasıyla bir derviş topluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu durum da, kasaba içinde veya yakın bir yerleşim alanlarında Ahi zaviyelerinin ve üretimi kontrol eden Ahi Loncalarının varlığını göstermektedir.
ÇAĞIRGANLI VELİLER,ÇAĞIRGAN TERİMİNİN ANLAMI ve BİRBİRLERİYLE KAN KARDEŞLİĞİ OLUP OLMADIĞI
Çağırganlı imlası tarihi verilere göre (İslam Ansiklopedisi c.3 s.126 ) Danişmendi Türkmen boyundan DAĞ HAN silsilesine nispet edilen bir aile için kullanılmaktadır.
Belirtelim ki, Çağırgan-i bir lakaptır. Eskiden soy adı olmadığı için normal insanlar Ahmet bin Hasan (Hasan oğlu Ahmet şeklinde) baba adıyla anılırdı.
Büyük gönül insanları da (Mevlana Celaleddini Rumi gibi –Diyarı Rum (Anadolu) Mevlana Çelaleddin şeklinde) doğduğu karye (köy) yada şehir (belde) adıyla .
Bu durumda, Çağırgan yada Çağırgani (Çağırganlı) deyimleri de, bir bölge ismini ifade etmektedir.
Bu bölge ise Asya ile Iran arasında bir yerdir. Dolayısıyla Boyluca (Zun Köyünde ki) Şeyh Mahmut Çağırgani’nin öz Türkçe açılımı Çağırganlı Mahmud demektir.
Belirtelim ki, bu mübarek şahsiyet Anadolu coğrafyasına Çağırgan bölgesinden gelen Erenler silsilesinden sadece bir tanesidir.
Bu silsile ise tarih verilerinde Anadolu’yu irşat için gelen Horasan erenleri olarak zikredilmektedir.
Bunun dışında Horasan (Belh) erenleri adıyla bu bölgeden Anadolu’ya irşat için gelen başka çağırganlı zatlarda vardır.
Bunların biri Bayburt’ta Çağırganlı dede, Kelkit Şurut Karyesinde Çağırgan Baba ve Karahisar-ı Şarki sancağı Elvecre(Alucra)beldesi Uhri karyesi (Kovana, bugünkü deyimi ile Kovata olsa gerek) Çağırgan Baba ismiyle maruf zatlardır.
Her birinin bu bölgelere geliş tarihleri de kendilerine tahsis edilen vakfiye tarihleri de tamamen farklıdır. Bu nedenle, bu velilerin Çağırgan adıyla anılıyor olması,aynı anne ve babanın evlatları olmasından değil,doğum ve geliş bölgesinin aynı olmasından dolayıdır.
(NOT: Bu bilgiyi özellikle aktarmamın nedeni; Boyluca ile Çakmak Köyü arasında, Boyluca Vakfiyesine yönelik olarak süren işgal davasında, Çakmak Köyünden eli kalem tutan bir iki şahsın Boyluca Vakfiyesinin sahibi Şeyh Mahmut Çağırgan Veli ile Çakmak Köyünde medfun İsmail Hakkı isimli zatı muhtereme Çağırgan takısı izafe ederek sözde ,bu benzerlikten devam eden davaya bir karine oluşturma çelişkisine dikkat çekmektir..
Çelikşi diyorum zira,ellerinde Osmanlı vakfiyesi diye gösterdikleri l342 tarihli vesikanın tanzim tarihinde bölge Osmanlı mülkünde değil,Eretna Beyliği(1338-1380) egemenlindedir. Bölgenin Osmanlı egemenliğine geçiş dönemi ise adı geçen vakfiye tarihinden 131yıl sonra gerçekleşen Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1473 Otlukbeli Zaferidir. Bir defa bu dost kalemlerin en büyük çelişkisi bu.
Diğer bir yanlış,kimi yerde İsmail Hakkı Çağırgan kimi yerde Seyid Mevlana Şeyh İsmail Hakkı Çağırgan,Kimi yerde İsmail Hakkı El Horasani şeklinde bir sürü unvan takısı ile dillendirdikleri bu muhterem zatı Boyluca Köyünde medfun Şeyh Mahmud Çağırgan Veli’nin kardeşi diye sunmaları.
Bu nasıl kardeşlik ki, kendi verdikleri tarihle Boyluca vakfiyesi arasında tam 158 senelik fark bulunmakta. Takdir okuyucuların. Üstelik senelerdir Başbakanlık arşivlerinde araştırma yapan bir insan olarak ben böyle bir vakfiye örneğine rastlamış değilim. Çakmaklı dostlara tavsiyem, vakfiyeler beddualıdır,lütfen bu tür yanlışlara girmesinler.
Denizli ve Yöresine ait Türkmen boyu Dağ Han silsilesi “Yüreğir” kolu (aşiretinin) açılımının da Çağırganlı olarak yazıldığını da bu vesile ile belirtmiş olalım. ( Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi,Oğuz Boyu Türkmen ve Yörük aşiretlerinde Toplum ve Cemaat ilişkilerine dair araştırma bilgisi, 2000 tarihli sunum, Prof.Dr.Turgut TOK)
ŞEYH MAHMUT ÇAĞIRGAN VELİNİN TASAVVUF EKOLÜ,YAŞADIĞI ASIR VE BÖLGENİN DURUMU
Günümüze intikal eden ziyaret adabının ve müştemilat yapısındaki kültürel eğilime bakarak, Şeyh Mahmut Çağırgan Velinin tasavvuf mensubiyeti itibariyle Nakşi tarikine bağlı olduğunu söylemek mümkün.
Tasavvufta takip ettiği metot ta, Anadolu’daki etkileri itibariyle XII. Asrın tasavvuf önderlerinden; Batı Türkistan’ın YESİ bölgesinde doğan ve Müslüman Türkler arasında tasavvufi tedrisatı en fazla yayılan Ahmet YESEVİ ekoludur.
Bu vesile ile belirtelim ki, 1071 Malazgirt zaferi ve sonrasında Selçuklu Devletinin meydana gelmesiyle Anadolu’nun ücra köşelerinde bir taraftan devlet millet kaynaşmasının sosyal güvenlik boyutunu temsil noktasında diğer taraftan ilmi ve tasavvufi hizmetlerde, irşat görevi üstlenen veliler genellikle Yesevi ekolünün takipçileridir.
Selçuklu Devletinin zaafa uğraması sonucu bölgenin ( 13 ve 14 asır arası hüküm süren ) Uzun Hasan idaresindeki Akkoyunlu devleti egemenliğine geçtiğini de burada hatırlatmış olalım.
Yine hatırlatalım ki, bölge 1473 tarihinde Fatih Sultan Muhammed Han’ın Otlukbeli (Yassıçimen) savaşında, Uzun Hasan-ı yenilgiye uğratması ile Osmanlı topraklarına katılmıştır .
Şah İsmail yönetimindeki (1487-1524) Safevi devletinin sultasına girmiştir.
Bilindiği üzere,Selçuklu devlet yönetiminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de, devlet adına bu gibi ücra köşelerin sosyal güvenlik sisteminde, veliler adına tahsis edilen vakıflar önemli bir yer tutmakta idi.
Bu nedenle de Şah İsmail’in Şiilik adına sürdürdüğü ifsat hareketleri bu bölgede pek fazla etkili olamamıştır.
Ancak Tokat, Amasya ve Sivas Bölgesinde suni-alevi ayrımı yapılarak tam aksi yaşanmış, Şah İsmail saiki ile Şah Kulu Baba Tekeli İsyanları ortaya çıkmış ve bu durum devlet içinde önemli yaralar açmıştır.
Bu durum 1511 tarihinde 50 binden fazla sünni Müslüman katline zemin hazırlamış, bölge tam anlamı ile Moğul istilasını aratmayan bir yağma ablukası altına alınmıştır.(Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi sayfa 292 cilt 10/İdris-i Bitlisi,Selimname,Fars.Yazm.Revan Ktb.Nr.1540 Nr. 2/b.)
Belirtelim ki, Yavuz Sultan Selim Han’ın 1512 de tahta geçmesiyle isyan bastırılmış ve bu esnada da Şah Kulu Baba taraftarları ise 40 bin kayıp vermiştir. (aynı eser.)
Şimdi böyle bir tarihi hadisenin sebep sonuç ilişkisine bakmadan, yalan beyanlarla Yavuz Sultan Selim Kızılbaşları(o dönemin tabiri) Alevileri hunharca katletti demek tarihi tersine çevirmektir. Dahası devlet ve toplum arasın fitne tohumları ekmektir.Bu ise hem devletin hem de milletin birliğine ihanettir.
Kaldı ki Müslüman’ın Allah nazarında alevisi sunnisi yoktur. Müslüman, Müslüman’dır.İnsanda insandır.
Belirtelim ki, bu yönde kaşınan yaralar sadece Şah İsmail dönemine özgü değildir. Kendisinden önce bölgeyi egemenliği altında tutan Uzan Hasan döneminde de benzer yaralar kaşınmıştır.
Öyle ki, bölgede irşat açısından önemli nüfuza sahip büyük veli (1464 m.869 h.)Pir Muhemmed Erzincani’den Uzun Hasan ,Fatih Sultan Muhammed Han ile savaşma konusunda fetva istemiş, ancak bu zattan “sana ve askerine tavsiyem onunla savaşmamandır
Çünkü o ve askerleri Müslüman gazilerdir.” cevabını almasına rağmen, Venedik ve Puntos işbirliğinin gereği savaşta ısrar etmiş ve neticede kardeşi kardeşe kırdıran Otluk beli savaşından mağlup ayrılmıştır.(Evliyalar Ansiklopedisi,Türkiye Gazetesi Yayınları 1992 basımı, s.7)
Mukadderata bakınız ki, 1514 tarihli Çaldıran Savaşında Safevi Hükümdarı Şah İsmail’de Yavuz karşısında aynı akibeti tatmak zorunda kalmıştır.
Şeyh Mahmut Çağırgan Veli hakkında; Türkiye Gazetesi Evliyalar Ansiklopedinin 364. sayfasında şu bilgi verilmektedir; Seyid Mahmud Çağırgan Horasan erenleri olarak Anadolu’ya gelip insanlara Allah-ü Teala’nın emir ve yasaklarını öğreten velilerdendir.
Yavuz Sultan Selim Han, Trabzon valiliği sırasında kendisinden istifade etmiş,irşatlarına katılmış,bunun nişanesi olarak ta bu büyük mürşide bulunduğu Zun karyesini vakıf olarak tahsis etmiştir.
Köyde,Türbesine ilaveten,yaşadığı döneme ait bir evi, Taş yapıdan mamul bir şifa hanesi,bir fırını ve bir zahire değirmeni bulunmaktadır
Bu yerler Kültür ve Turizm Bakanlığının yazılı talimatı üzerine Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulunun , korunması gerekli kültür varlıkları olarak 17.05.1991 tarih ve 1015-1021 sayılı kararı ile koruma altına alınmıştır.
YAVUZ SULTAN SELİM HAN ÜZERİNDE ŞEYH MAHMUT ÇAĞIRGAN VELİNİN MANEVİ TESİRİ
Yavuz Sultan selim Han Payitaht Amasya’da iken Annesiyle Trabzon’a şehzade olarak gelmiştir.Sonra Trabzon sancak beyi olmuştur. Sonra da 1512 de Babasından payitahtı devir almıştır.Yavuz Sultan selim hafızlığını şehzadeliğinde tamamlamış bu arada edebi,tarihi,fıkhı,fenni,siyasi,askeri ilimleri ikmal etmiş bir devlet adamıdır.
Bununla beraber Şeyh Mahmut Çağırgan veli gibi döneminin irşat ehlinden tasavvufi ilim alanında kendini manen olgunlaştırmış bir irfan çınarı bir velidir.
Askeri fetihlere Doğudan başlaması ve sonra bu fetihlere, kısa süre de Hicaz Bölgesini de katmış olması kuşkusuz ki bir rastlantı değil.
Zira, bu velinin Seyid olduğu da göz önüne alındığında, Yavuz Sultan Selim’in Hicaz Bölgesine yönelik fethi ve Mukaddes emanetlerin Mısırdan alınarak Osmanlı Payitahtına getirme sorumluluğu kendiliğinden olacak bir gelişme değil. Belli ki, böylesi bir irşat ikliminde yetişmiş olması kendisine böyle bir sorumluluğu ta şehzadeliğinde yüklemiş.
SEYİD KAVRAMININ MENSUBİYET MENŞEİ
Bilindiği üzere Peygamber efendimizin neslinden geliş çizgisini sürdüren silsileye Seyid denilmektedir. Buda günümüze iki şekilde ulaşmıştır. Biri Ahfad yani (Müslüman Arap ) soyu diğeri de Etrak yani (Müslüman Türk) soyu. Bu ise evlilik sonucu meydana gelen bir keyfiyet.
Sonuç itibariyle bilmeyenler için bunu da böylece belirtmiş olalım.
TASAVVUFUN İMAN ÜZERİNDEKİ ETKİN ROLÜ
Konu ve Gaye itibariyle, tasavvufun konusu insandır. Gayesi ise onun üstün ve örnek bir insan olmasını temin etmektir. Kur’an da ki ifadesiyle “Allah’tan razı olan ve Allah’ında kedilerinden razı olduğu (bkz.Maide,5/119),Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen” (bkz.Maide,5/54 bir kul olabilmelerini temin etmektir.
Bu terbiye usulü ile kişi, insanı kamil noktasına,olgun insan mertebesine yükselir.
Bu Makamın Kur’an’da ki ifadesi ise takvadır.(bkz.Enfal,8/34,Hücurat,49/13). Takva Allah’ın emir ve nehiylerine karşı kendini koruyan ve yaratıcısını razı kılan üstün insan demektir.
Bu mertebenin eğitim ve terbiye mektebi ise tasavvuf yoludur. Bu yolun ilmi ise insan psikolojisi, sosyal psikoloji tefekkür ve tezekkür terbiyesidir. Bu vuslata erenler ise hak ve halk erenleri olarak anılır ve avami insanlığın irşadı için görev ifa ederler.
Hidayet ve gayba imanda tasavvufun çok etkin bir rol oynadığı bugün Mevlana örneği ile ortadadır.
Bilindiği üzere insanın iki dünyası vardır. Bunlardan birincisi, insanın sosyal dünyası ,ikincisi de psikolojik dünyasıdır.
Psikolojik dünyası mamur olmayan insanın sosyal dünyası da mamur değildir.
Sosyal dünyası mamur olmayan insan ise ne kendini ne de başka insanları bütün olarak göremez.
Eğer bu insan sağcı ise sadece sağını,solcu ise sadece solunu görür. Yani kendini de başkalarını da yarım görür.
Dolayısıyla böyle bir insan ne kendisiyle ne de yaratıcısı ile barışık değildir ve sürekli çatışma içersindedir.
Bu nedenle tasavvufun gayesi insan-ı kamil yetiştirmek ve her şeyde hikmet aramaktır. Yani insanı bir bütün olarak görmektir,daha doğrusu onu yaratıcısıyla beraber görmek ve ondaki hilkat sanatını , Allah’ın bir vergisi olarak görmektir.
Bu ilahi basireti şu şekilde tasnif edersek anlamamız gereken gerçek şudur:
1- Tasavvufun ilk mertebesi, insanı cinsleri arasında en üst noktaya taşıyan Takva ilmidir. Takva, Allah tarafından insan varlığının huzuru için ortaya koyduğu helal ve haram sınırlarına riayet etme yoludur.
2- İkinci mertebe, Doğruluk ve Adalet duygusudur. Nefsin kötü huylarını düzeltme adına,irade ve riyazet esaslarına bağlı olma melekesidir.
Not: Alıntıdır.